Dünyadaki
Sosyal, Ekonomik, Politik, Ekolojik ve Teknolojik (SEPET)
değişimler sonucu son yıllarda küreselleşme kavramından oldukça
sık bahsedilmeye başlanmıştır. Gelişen teknoloji, artan ulaşım ve
iletişim olanakları küreselleşme ile birlikte uluslararası
entegrasyonu da artırmaktadır. Uluslararası entegrasyon kendisini
ülkeler arasında artan ekonomik, politik, sosyal ve kültürel
ilişkiler olarak göstermektedir. Bu ilişkiler ülkelerin sınırları
kalkan pazarları doğrultusunda tüm sektörler arasında oldukça
yoğun bir rekabet ortamı ortaya çıkarmaktadır.
Küreselleşen
dünyada ülkedeki politik ve ekonomik durum da artık uluslararası
gelişmelerden etkileniyor. Politik ve ekonomik kararlar ve
bunların uygulanması yine devletin ve hükümetin kontrolü ve
insiyatifi altında. Ancak IMF gibi kuruluşların ülke ekonomisi
üzerindeki ağırlıklı etkisi de devam etmekte.
Ülke ekonomisi ve
politikasında yaşanan olumlu gelişmeler yaklaşık olarak 280 sektör
ile girdi-çıktı ilişkisi içerisinde bulunan inşaat sektörü
üzerinde de olumlu etkiler gösteriyor. Ülkede kamunun inşaat
yatırımlarında giderek azalan bir trend gözlenmektedir. Kamu
sadece organizasyon, düzenleme ve denetim rolünü üstlenmiştir.
Ülkede yapılan yatırımların %90’lık kısmı özel sektör tarafından
gerçekleştirilmektedir.
Yaşanan olumlu
gelişmeler sonucunda Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 2010
yılı sonrasında $10,000’ın üzerinde seyretmektedir. Bu gelişmeye
paralel olarak inşaat yatırımlarının 2005 yılından itibaren
düzenli olarak artması ile birlikte ülkede inşaat sektöründen olan
talep de doğru orantılı olarak artıyor.
İnşaat sektöründe
canlanmanın ilk olumlu sinyali 2007 yılından başlayarak ülkedeki
istihdam artışına katkı olarak kendini gösteriyor. İnşaat sektörü
direkt olarak istihdama %5’lik bir katkı sağlıyor ve bu katkı
sektörün etkileşim içerisinde bulunduğu diğer sektörlerle birlikte
düşünüldüğünde %30 seviyelerine kadar çıkıyor. Kayıt altında
bulunan nitelikli işgücünün kendi hayat standardını yükseltmesi ve
kayıt dışı istihdamın büyük ölçüde kayıt altına alınması ile ülke
ekonomisine vergiler yolu ile %7’lik direkt bir katkı sağlanıyor.
Böylece ekonomik koşulların iyileşmesi ile inşaat sektörüne olan
destek ve talebin artışı ekonomiye pozitif katkısını yaparak
döngüyü tamamlıyor.
Artan inşaat
yatırımları ülke altyapısına kaliteli ve güvenli yapılarla katkıda
bulunurken ve diğer üretim sektörlerine girdi sağlarken, bir
yandan da sektördeki firmaların daha fazla deneyim kazanmalarına
ve rekabet güçlerini arttırmalarına yardımcı oluyor. Ancak bu
rekabet ortamında oyunun kuralları olan yasalar, yönetmelikler ve
standartlar artık sadece ülkedekilerle sınırlı değil. Kurallar
artık uluslararası düzeyde tanımlanmakta ve geleneksel ülke
standartlarının çok daha ötesine geçebilmektedir. Artık kurallar
uluslararası düzeyde konuluyor. Türkiye üzerinde özellikle AB’ye
üyelik sürecinin hızlandırıcı etkileri görülüyor. 2002 yılından
itibaren hızlanmış olan bu süreç sonraki yıllarda da kesintisiz
devam etmektedir.
İnşaat sektöründe
yasal değişim ve dönüşümler artan bir oranda ‘çevre’ konusunu
kapsamaya başlamıştır. Özellikle küresel çevre sorunlarının son 25
yılda yoğunlaşması, bu konuda devletin ve toplumun inşaat
sektöründen beklentilerini önemli ölçüde arttırmaya başlamıştır.
Pek çok dünya ülkesini olduğu gibi Türkiye’yi de çeşitli önlemler
alınmıştır. Özellikle Ortadoğu’da su ve enerji sorununun savaş
nedeni olacak kadar önem kazanması, devleti başta inşaat sektörü
olmak üzere pek çok sektörde sıkı bir denetim mekanizması kurmaya
yöneltmiştir.
Gerek kamu
yapılarında gerekse özel yapılara inşaat ruhsatı verilebilmesi
için ayrıntılı ‘sürdürülebilirlik’ raporları hazırlanması
istenmektedir. Bu raporlarda ‘yaşam dönemi yaklaşımı’
benimsenmekte ve bir binanın yapım aşamasından söküm aşamasına
kadar tüm fiziksel yaşamı boyunca su ve enerji tüketimi
konusundaki tavrının belgelenmesi istenmektedir. Devlet bu süreci
kontrol edebilmek için standart ‘sürdürülebilirlik’ formları
hazırlamıştır. Yapıların, alternatif enerji kaynakları
kullanılarak, devlet tarafından yapı türlerine göre belirlenen
asgari bir oranda, kendi enerjilerini üretmesi beklenmektedir.
Sensör teknolojisinin yapılarda yaygın bir şekilde kullanılması,
enerji korunumu açısından büyük bir yarar sağlamıştır. Enerji ve
su alanında geri-kazanım ve yeniden kullanım teknolojilerinin
yaygınlaştırılabilmesi için devlet çeşitli teşvik mekanizmaları
uygulamaktadır. Yıllık su ve enerji tüketimi daha az olan yapılara
bu hizmetlerin daha düşük bir fiyatla satılması yasalarla güvence
altına alınmıştır. ‘Su ve enerji kotaları’ uygulanmakta ve bu
kaynakların dağıtımında ‘daha az tüketen yapılara daha çok su ve
enerji sağlanması’ prensibi izlenmektedir. Bir süredir AB üyesi
olan Türkiye’de, CE uygunluk damgası taşımayan ve
‘sürdürülebilirlik’ koşullarını sağlamayan inşaat malzeme ve
sistemlerinin inşaat pazarında dolaşımına izin verilmemektedir.
Sürdürülebilirlik
kaygısı ve bu konuda alınan yasal önlemler, geri kazanım ve
yeniden kullanım uygulamalarını inşaat sektörünün öncelikleri
arasına sokmuştur. Bu çerçevede, ‘fonksiyonel esneklik,’ en önemli
tasarım parametresini oluşturmaktadır. Yapı sistemleri, kullanımın
ya da kullanıcının değişmesi durumunda özellikle söküme ve
yenilemeye olanak verecek biçimde tasarlanmaktadır. Bu nedenle,
yapı detaylarının tamamına yakın bir bölümü ‘kuru birleşim’
esasına dayalı olarak geliştirilmektedir.
Ülke içerisinde
yeni yapı ve altyapı ihtiyacı yanında, kente göçün yoğunluğunda
bir süredir gözlenen göreceli azalma sonucunda, özellikle yapı
kalitesinin arttırılması konusu, sektör müşterisinin ve devletin
‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ içerisinde üst sıralara yükselmiştir.
Devletin politikası, bir süredir, mevcut yapılaşma alanlarının
rehabilitasyonunu teşvik etmek yönündedir. Bu durum, bakım, onarım
ve yenileme sistemleri ve teknolojileri için büyük bir pazar
yaratmıştır. Yeni teknolojilerin eski sistemlerle eklemlenme
zorunluluğu, malzeme ve sistem üreticilerini maliyeti azaltma
kaygısı ile yeni teknik arayışlara yöneltmektedir. Bunların
başında, ‘akıllı’ cephe sistemlerinin mevcut yapılara uygulanması
konusu gelmektedir.
Güneş ışığına göre
kendi kendisini yönlendirebilen, saydam ve opak yüzeylerin oranını
ayarlayabilen ve güneş enerjisini depolama özelliği taşıyan cephe
sistemlerinin maliyetinin toplumun geniş kesimlerinin
‘erişilebilirlik’ sınırlarına düşmesi ile birlikte, bu sistemlerin
mevcut yapı stokuna uygulanması, büyük bir inşaat pazarı
oluşturmuştur.
Ülke kaynaklarının
sınırlı olduğu ya da yurtdışı projelerin firma beceri ve
kapasitesine uygun oldugu / olabileceği durumlarda firmalar
yurtdışına açılma eğilimine giriyorlar.
Yurtdışına açılmak
firmalara gelir getirmesi ve firmaların bilgi ve becerisini
arttırmak yanında gelecek projeleri için referans oluşturuyor ve
aynı zamanda ülke ekonomisine gerek yerli malzeme ve işçilik
kullanarak, gerekse yurt dışından getirdikleri nakit paralar
yardımıyla önemli katkılarda bulunuyorlar. Aynı zamanda ileride
işlerin devamlılığını sağlayamada önemli faktörlerden olan
kültürel ve sosyal etkileşim de artıyor.
Firmaların
kaliteli ve rekabet edebilir düzeylere gelmelerinde tabii ki
sadece devletin verdiği destek veya bankalardan elde edilen
teminat mektupları yeterli olmuyor. Firmaların gerek teknolojik
gerekse organizasyonel yenilikçi kapasiteleri yurt içinde ve yurt
dışında kalite ve rekabette başarılı olmanın anahtarını
oluşturuyor. Bu kapasitenin de büyükülüğü değişime ayak
uydurabilmekle ve Ar-Ge faaliyetlerinin yoğunluğu ile doğru
orantılıdır.
Yapıların 1990’lı
yıllardan itibaren giderek daha karmaşık sistemler haline gelmiş
olması ve özellikle elektronik sistemlerin kullanımının
yaygınlaşması, inşaat sektöründe yeni uzmanlık alanları
yaratmıştır. Geleneksel tasarım ve mühendislik hizmetlerinin
dışında, ‘sistem mühendisliği’ (ya da ‘entegrasyon mühendisliği’)
kavramı inşaat sektöründe yeni bir kariyer alanı oluşturmaktadır.
Bu uzmanlar, geleneksel uzmanlık alanları ile yeni uzmanlık
alanları alanları arasında köprü oluşturmaktadır.
Ekonomik ve
toplumsal gelişmelere paralel olarak yaşama ve çalışma
alışkanlıklarının değişmiş olması, özellikle konut teknolojisinde
önemli değişiklikler yaratmıştır. Bir yandan multimedya sistemleri
konutların standart öğeleri haline gelirken; deiğer yandan, ulusal
enformasyon altyapısının tamamlanması sağlık (örneğin, basit
hastalıklara teşhis konulması ve tedavi) ve eğitim (örneğin,
uzaktan eğitim uygulamaları) gibi hizmetlerin bir bölümünün
enformasyon teknolojileri ile ‘uzaktan’ verilmesini olanaklı
kılmıştır. Sözkonusu altyapıya sahip konutların (ve benzer
elektronik altyapı özellikleri taşıyan diğer yapı türlerinin)
üretilmesi ve bu teknolojilerin prefabrikasyon üretim ile entegre
hale getirilmesi geçmişe oranla çok daha fazla sayıda mühendislik
alanının işbirliğini zorunlu kılmaktadır.
Enformasyon
teknolojileri etkilerini inşaat sektöründeki işçi profilinde de
değişimlere yol açmaktadır. Yapı üretiminde mikro-elektronik
donanımı yüksek olan ekipmanların yoğun olarak kullanılmaya
başlaması ile birlikte, kiralık ekipman pazarı karlı ve nitelikli
personel gerektiren bir sektör haline gelmiştir. Yeni kuşak
ekipmanların büyük sermaye birikimi gerektirmesi, önemli sermaye
gruplarının bu pazara yönelmesi sonucunu doğurmuştur. Bu pazar
içinde, eskiden insan gücü kullanılarak yapılan bir dizi rutin
inşaat işini üstlenen tam ya da yarı-otomatik robotların önemli
bir payı bulunmaktadır.
Ucuz işçilikten
çok, yeni teknoloji ve ürün geliştirmenin rekabetçilik ve hayatta
kalabilmenin kaynağı olduğunu anlamış olan firmalar üniversiteler
ve diğer araştırma kurumları ile işbirliğine gidiyorlar. Yapıların
karmaşıklık düzeyinin artmış olması, malzeme ve sistem
üreticilerinin yapı üretim sürecindeki rolünü daha da önemli
kılmıştır. Geleneksel olarak doğrudan doğruya ‘genel yüklenici’
ile ilişki kurarak iş temin eden alt-yüklenicilerin ya da
taşeronların yerini, büyük ölçüde, malzeme ve sistem üreticisi
firmalar tarafından seçilen, eğitilen ve sertifika verilen
firmalar almıştır. Malzeme ve sistem üreticisi firmalar tarafından
oluşturulan gezici eğitim birimleri şantiyeleri dolaşarak iş
başında eğitim vermektedir.
Küçük ve Orta
Büyüklükteki Firmalar (KOBİ) ürün süreç ve hizmetlerdeki yeniliğin
önemini kavramışlardır. Kiralık ekipman pazarındaki gelişmeler,
inşaat KOBİ’lerinin de bu teknolojileri kullanabilmelerini
sağlayacak ekipmana kolaylıkla ulaşabilmelerini sağlamaktadır.
Devlet te KOBİ’lerin sektörde kaliteyi arttırmak ve yenilik
sürecini hızlandırmak için önemini anlamıştır. KOBİ’leri
hedefleyen ‘teknoloji demonstrasyon merkezleri’ devlet tarafından
oluşturulmuştur. Sürekli bir fuar işlevi gören bu bölgesel
merkezlerde, inşaat firmalarına yeni teknolojiler tanıtılmakta ve
teknik problemlerin çözümü konusunda yardımcı olunmaktadır.
Bu sırada büyük
ölçekli firmalarda yıllık cirolarından ayırdıkları pay her sene
için artmaktadır. Şu an için %3’ler mertebesindeki bu oran giderek
yükselmektedir. 2015 yılında büyük inşaat firmaları Ar-Ge için
ayırdıkları %5’lik bir payla üniversitelerdeki Ar-Ge
faaliyetlerini de desteklemeye başlamışlardır. 2015 yılında Türk
firmaları artık yurt dışına know-how satabiliyor duruma
gelmişlerdir.
Sektörden gelen
Ar-Ge ve yeni teknoloji talebini karşılayabilmek için
üniversiteler araştırma kalitesini ve etkinliğini artırmak için
çalışmalar yapıyorlar. Devletin ve sektörün sunduğu Ar-Ge bütçesi,
uluslararası araştırmalar ve kendi özkaynaklarından sağladıkları
finansman ile üniversiteler 2010 yılından itibaren kendi
laboratuarlarını kuruyorlar ya da mevcutları geliştiriyorlar,
yurt içi ve yurt dışı diğer araştırma kurumları ile işbirliğine
gidiyorlar ve düzenli öğretim üyesi ve öğrenci değişimi ile bilgi
ve araştırma konularını sürekli güncelliyorlar.
İnşaat ile ilgili
araştırmalarda İnşaat Bölümlünün ve Mimarlık Fakülteleri
içerisinde bulunan Malzeme Bölümlerinin insiyatifi ele aldığı
görülüyor. Bu gelişmelere paralel olarak İnşaat Bölümü, firma ve
sektör temsilcileri, kamu sektörü ve sivil toplum kuruluşları ile
karşılıklı her ay düzenli olarak toplantılar ve paneller
düzenliyor ve hem sektörün ihtiyaçlarını tanımlıyor hem de uzun
dönemli geleceğe dönük yenilikçi yaklaşımlar geliştirerek inşaat
alanında gerek yapım teknolojileri ve ekipmanları, gerekse malzeme
konusunda araştırmalar 2010 yılından itibaren ürüne dönüşmeye
başlıyorlar.
Bu aşama da en çok
ihtiyaç duyulan konu, yeniliğe açık, esnek, farklı alanlara uyum
sağlayabilecek, meraklı ve pro-aktif araştırmacı kadrosu ve tabii
ki bunun tamamlayıcısı olan öğrenciler. Araştırmacılar, daha
öğrenciliğinden itibaren bu alanda başarı gösteren kişilerden
seçiliyor. Bununla birlikte yurtiçi ve yurtdışı işbirlikleri ile
diğer kurumlardan alınıyor, ya da belirli bir süre veya proje için
görevlendiriliyorlar. Bu anlamda AB ile sıkı ilişkiler ve AB
destekli projelerde yer almak büyük önem kazanıyor. 2004 yılı
itibari ile başlayan bu süreç 2010 ve 2020 yılında artarak devam
ediyor.
Yenilikçi
çalışmalar büyük bir hızla devam ederken ve sektörün ve toplumun
hizmetine sunulurken, mevcut teknolojinin ve işgücünün de artık
dünyada bir çok firma tarafından erişilebilir olması, dikkatleri
rekabetin yeni kaynağı olarak bu geleneksel yeteneklerden Proje
Yapım Yönetimi konusuna çevirmiştir. İşgücünün, nakit akışının ve
zamanın yönetimi, kalite yönetimi ile birleşerek rekabetin kaynağı
olmaya başlamıştır. Böylece Proje Yapım Yönetimi eğitimi konusunda
ciddi talepler 2008 yılı itibari ile ortaya çıkmaya başlamıştır.
Son yıllarda
Web-tabanlı proje ve yapım yönetimi teknolojileri sektörde yaygın
olarak kullanılmaktadır. Farklı coğrafyalardaki tasarımcılar,
mühendisler ya da firmalar, gerçek-zamanlı olarak şantiye
görüntülerini birarada izleyebilmekte ve toplantı yapabilmektedir.
Gezici kameralar yardımı ile şantiye görüntüleri sanal toplantı
odalarına aktarılabilmektedir. Müşteri, projeye ilişkin her türlü
gelişmeyi, İnternet aracılığı ile evinden izleyebilmekte ve
sözkonusu toplantılara evinden katılabilmektedir.
Gerek büyük
gerekse küçük ve orta ölçekli firmaların yönetim kadroları için
formel PYY eğitimi almış mezunları tercih etmeleri sonucunda,
Proje ve Yapım Yönetimi (PYY) artık Mimarlık ve İnşaat
Mühendisliği bölümlerinden bağımsız, farklı bir bölüm haline
gelmiştir. PYY Bölümü mezunları PYY’nin sektörde öneminin
anlaşılması ve bölümün sektörde tanınabilirliğinin artması ile
aranan nitelikteki elemanlar olmaya başlamışlardır. Bu durum PYY
Bölümü üzerinde sektöre uygun ve sektörü daha rekabetçi hale
getirecek Proje Yöneticileri yetiştirme konusunda 2002 yılından
itibaren bir baskı oluşturmuştur. Bunun üzerine PYY Bölümü inşaat
sektörüne ilişkin Teknoloji ve Yenilik Yönetimi, Kaynak (süre,
maliyet, işgücü) Planlaması, Enformasyon Teknolojileri, İnsan
Kaynakları Yönetimi, Kültürel Farklılıklar ve Farklılıkların
Yönetimi, Kalite Yönetimi, Gayrimenkul gibi PYY Uzmanlık
Alanlarını net bir biçimde tanımlamış ve öğretim üyeleri bu
konular üzerinde çalışmaya 2000 yılından itibaren başlamışlardır.
Sektörün PY’nin
önemini anlaması ve PYY’nin sektöre ve topluma yararlı projeler
geliştirme sorumluluğunu edinmiş olması ile PYY eğitimi
kalitesinin nasıl arttırılabileceğine ilişkin olarak Bölüm
elemanları 2004 yılından itibaren düzenli olarak
gerçekleştirdikleri ‘uzgörü’ çalışmaları ile düşünmeye
başlamışlardır.
Öğretim üyeleri
öncelikle işe kendilerinden başlamış ve uzmanlık alanları üzerinde
dünyada yaşanan gelişmeleri 2000 yılı sonrasında yakın takibe
almışlardır. Bunun için fakülte ve üniversiteden ihtiyaç
duydukları dergi, kitap, bilgisayar, hızlı internet bağlantısı
gibi talepleri yapmaya başlamışlardır. Üniversite ise bunun
Araştırma Projeleri ile mümkün olabileceğini belirtmiş ve PYY
Bölümü’nün sektörle yapacağı araştırma projelerine sektörden de
katkı sağlanması şartıyla maddi ve ‘manevi’ destek sağlayacağını
belirtmiştir. PYY Bölümü’de İnşaat Bölümü gibi sektör, kamu ve ST
örgütleri ile düzenli bir bilgi alış-veriş ortamı oluşturmuştur.
Hatta İnşaat Bölümü ile de düzenli olarak projeler geliştirilmeye
başlanmış ve çok bölümlü, çok firmalı bir Araştırma Konsorsiyumu
oluşturulmuştur. Bu konsorsiyum PYY konusunda araştırmalar
başlatmıştır. Konsorsiyuma uluslararası katılımın da sağlanması
amacıyla Çerçeve Programları için proje önerileri 2004 yılından
itibaren hazırlanmış ve 2005 yılı ve sonrasında öğretim üyelerinin
mobilizasyonları bu yolla sağlanmaya çalışılmıştır. 2010 yılında
öğretim elemanları düzenli olarak eğitim yılı içerisindeki
zamanlarının üç ayını yurt dışında geçirmektedirler.
Her iki bölümde de
artık başarının unsurlarından bir tanesinin bölüme ilgi duyan en
başarılı öğrencilerin yüksek lisans ve doktora programlarına
alınması olduğu anlaşılmıştır. Bunun için de lisans eğitimine
dönük kalitenin artırılması ve öğrencilerin lisans eğitimleri
boyunca yeteneklerinin iyi analiz edilerek uygun oldukları
konularda uzmanlaşmaya yönlendirilmeleri yönünde çalışmalar
üniversite ve fakülte de yer alan diğer bölümlerle birlikte 2007
yılından itibaren başlatılmıştır. Programlar birbirleriyle
sistemik bir biçimde entegre edilmeye başlanmış ve müfredat bu
yönde geliştirilerek farklı ihtiyaçlara cevap verebilmek ve yeni
alanlar geliştirebilmek amaçları ile çalışmalar başlatılmıştır.
2010 yılında ise artık ortak eğitim programları geliştirilmiştir.
Ayrıca yurt içi
kaynaklar yanında yurt dışı burslar yardımı ile öğretim üyeleri
yanında 2005 yılından itibaren yılda iki öğrenci olmak üzere
öğrencilerin de mobilizasyonu sağlanmış ve her sınıf mevcudunun
yaklaşık %40’ı yabancı öğrencilerden oluşmaya başlamıştır. Bu
oranın öğretim üyesi kadrosunda da yakalanmasına yönelik
çalışmalar sürdürülmeye devam etmektedir. Özellikle Avrasya
koridorunda yer alan ülkeler ile öğrenci ve öğretim üyesi değişimi
2010 yılından başlayan bir artış trendi ile devam etmektedir.
İnşaat ve PYY
Bölümü öğretim üyeleri ellerindeki araştırma olanaklarını da
kullanarak, aldıkları patentlerle, uluslararası saygın dergilerde
yayınladıkları makalelerle, davet edildikleri kongrelerle ve
toplantılarla dünyada kendi alanlarında tanınan isimler haline
gelmişlerdir. PYY Bölümünde 1980’lerin sonlarında başlanan bu
trendi bölümün yeni üyeleri arttırarak devam ettirmektedirler.
İnşaat sektörünün
yurt içinde ve yurt dışında zenginliğin yaratılmasına ve hayat
standardının yükselmesine verdikleri katkılar yanında İnşaat ve PY
Bölümü’de alanlarında küresel bilgi ve teknolojiye katkıda
bulunarak dünyada yaşanan Sosyal, Teknolojik, Ekonomik, Ekolojik
ve Politik değişimlere yön vermeye başlamışlardır ve böylece
gelişme döngüsünün (bkz. İnşaat Senaryo Sistemi) 2023 yılında
sağlıklı bir biçimde tamamlanmasını sağlamışlardır.
|